25.9.11

geçmişe öykünmek suçtur.



bir yer bulabildim sandın kendine sonunda, oturduğun masanın dibinde bir ortanca yetişiyordu, sokaktaki her 10 insandan 9buçuğunun ortanca diye bir çiçek olduğunu bilmeyişi kalbini kırıyordu, çiçeklere iyi gelen birisi olsaydın onları evde beslemeyi deneyebilirdin. arada bir kendi kendine gülüyorsun o masaya her oturduğunda, masanın dibine mavi bir köpek bağlı ve onu senden başka kimse görmüyor sanki, evin yoktu hiçbir yerde ama Ev'in vardı her yerde, şimdi görünmez sanıyorsun kendini bunca tahta masa ve sandalye arasında, mesela Çengelköy'de tek başına, her gün burada oluşuna kimse anlam veremiyor ya da aslında her anlamı veriyorlar bakışlarıyla, o yer'in senatoryuma benzer bir hali oluyor kimi zaman, ağaçlarla konuşan adamlar ve şallara bürünmüş kadınlar ve onlardan olma kabuğuna kısılmış evlatlarla dolup taşıyor bahçe, böcekler ampul patlatmaya yeltenene değin oturuyorsun orada, masaya sürekli birileri oturup kalkıyorlar, fakat Halise hanım böyle demişti yahut Erkan bey'in zevcesi vefat etmişti duymuş muydum, abla okul harçlığı versene, kızım sen o üstünle üşüteceksin mazallah kuş kadar kalmış zaten suratın, o karıları şeytan sarışın ırkların koca koca kitaplarını okumaya geçer miymiş dünya, git iki film gör, pera'da şöyle bir gezin daha gençsin, dur bir saniye, evladım dul muydun sen?

- dullara yas yakışır yasası henüz çıkmadı abla, yüzün gülsün.
- beyefendi ben çay söylemiştim ama hava karardı.

hayır ben kimdim yazar değildim kitap falan da yazmıyordum, sözcüklerini ışıltılı bir taçmışcasına kafasında taşıyanlara sempati beslemedim hiç, ya da güzelliklerini altın bir bilezikmişçesine dolaştıranlara, aşka aşık olanlara, yalnızlığa ahkam kesenlere, genel geçer yargılar durağında bir ömür geçirenlere, hayır sevmedim onları, çünkü ben çok az insan sevdim, sevmeyi hayatta kalabilmek için bir son çare olarak gördüm, insan kendini bir çukurda duyumsuyorsa o çukurda çok az insan isteme hakkına sahiptir yanında, süslü saksılar yerine yağ kutusunda yetişen bitkiler, kuş pislikleriyle dolu ferforjeler, tozlu perdelerin örttüğü gıcırdayan tahta pencereler ; benim dünyamda pimapen, çelik kapı ve televizyon icat olmamış olabilir, akçaburgazlı yekta'nın eve girişini bekler gibi soğuk elmalardan sular sıkarım bir sedirin üstünde, kalkıp yerdeki halıyı silerim ansızın, kalkıp kendi yüzümü aynadan silerim kimi zaman, yeni bir yüz boyarım kendime, biri saçımdan tutup serin çimlerin üstünde beni sürükleyene kadar o evde yaşarım, kimsin sen, bir sincap ölüsü kadar zararsız bekleyeceğim seni o çukurda.

- dantelleri suya bas da vişneler içine işlemesin.

gölgesinden ödü kopar, tespih çeker yahut tırnaklarına bakar durur bir adam, her gün bir kadın gelir durur bahçesine, genç ve kambur hafif, karamel bakışlı, ürkekmiş gibi davranır ki ona ilişmesinler, adam bilir bunu, ilişmez, inceden takılır bazen, cevabını da alacağını bilir, masayı siler peçete götürür çay taşır ıslık çalar ortancayı sular tespih çeker bir kendi eline bakar bir kadının ellerine ve o lahza bilir daha da üşüdüğünü bahçenin, mevsime bakmaz da ıslığa bakar o bahçe, suya bakar, kadına bakar bir şalın yününe sarılırcasına.