8.3.20

arada bir günlüğü.

Aylar sonra ilk defa bir kalp çarpıntısıyla, bir sekteyle, bir yalnızlıkla, bir biçimsizlikle uyanıyorum. Kafamda tanımsız sözcükler, bulanık rüyalar, biçimsiz şarkılar çalıyor. Eski bir mektupta şunu demişim, ''Sessizsin, kabul ediyorum ben sana pek iyi değilim ama / tüm bu alevlerin ve gürültünün kaynağı tahmin edebilirsin, kalbim..'' sabah sabah içimde benzer bir alevli telaş ve umarsız bir gürültüyle uyanıyorum paldır küldür.

Karanlıkta ve üşüyerek, bir kış gecesi görünümlü sabahta, yalnız bir yolcu olarak sabahın 06.55'inde çöpleri süpüren adama her sabahki gibi günaydın diyorum. Neredeyse otomatik, kulaklıklarımı takıp ezberden bir şarkı açıyorum. Bugün lenslerimi takmadım, rüzgar gözlüğümün içinden gözlerimi aşıp beynimin içine, iç organlarıma doluyor. Yüzümü buruşturuyorum. Aniden bastıran hüngür hüngür ağlama isteğini gerisingeri tepip adımlarımı hızlandırıyorum. 

Aylar sonra ilk defa anahtarı kapıda çevirirken kafamda saçma sapan bir cümle beliriyor, ''Hayatında yaptığın en büyük aptallık, kendine aşık olan bir erkeğe aşık olmaktı.'' Aşık olmak, ne büyük, ne süslü kelime; haşa, ne cüret. Kendimi soktuğum saçma sapan pozisyonlara sinirleniyor ve elimdeki poşetleri patlatırcasına yere vuruyorum. 

Tekerleme gibi tekrarlıyorum kafamda, 
''O hiçbir zaman bir tutmadı söyledikleriyle sahiplendiklerini.''

Yerçekimi malum, yer çeker, hepimiz düşeceğiz. 
Mühim olan öne doğru düşmek galiba. 
Düştüğün yeri görmek, kafayı koruyabilmek. 
Zamanı ve mesafeyi iyi ölçebilmek.

Geçtiğimiz 6 ayda çok şey oldu, bunlardan size ayrıca bahsedeceğim.
En sonunda yalnız kalabilmeyi de öğrendim.
Galiba, en sonunda, büyümeye hazırım.