insanlar gözlerimin önünde kendilerini yaldızlarından soyuyorlar.
Bu cümleyi yazmam için iki yıl beklemem gerekiyor muydu, bilmiyorum. Şu noktaya gelene kadar milyonlarca şey yazıp sildim ve bu dahil hiçbirisi aslında kafamdaki tasvirlere bir nebze olsun yaklaşmadı. Dönebileceğim fabrika ayarlarımın tümünü kaybettim. Sığınabileceğim bütün evler yıkıldı, daha kötüsü 'sığınma' fikrine bile yıllarca bu kadar kaptırıp gittiğim için hayıflanıyorum kendimce.
bırak onlar sana sığınsınlar.
Şimdiye dek, içinde ikinci bir tekil şahıs geçmeyen herhangi bir paragraf yazmadım. Hala farazi bir 'sen'e meyletmemek için kendimi zor tutuyorum. Tanımsız, eriyik, benliğin süzgecinden, hafızanın nisyanından geçmiş varlıklar; acınası bir biçimde tanıdım, bildim, dokundum sandığım. Kendimi insanlara vererek parçalara ayırdım. Başlangıçta zekice bir plandı bu; böylelikle herkes kendindeki parçadan haberdar olacak, o kadarını bilecek ve kimse gerçek ben'i bütünleyemeyecekti. Ben de tek bir insana bütün varlığımı kanalize etme zamanından ve emeğinden kurtulacaktım. Planım uzunca bir süre güzel işledi, ben bunu salt kendimi 'bölerek saklama' olarak bellemiştim, insanlar benim saklama kaplarımdı. Fakat hayatım boyunca en beceremediğim alan olan fiziğin en temel kurallarından birini de görmezden gelmiştim, şey'ler bulundukları kapların şeklini alırlar.
Serseri edebiyatını anlayabilen kadınlardan olamadım hiç. Anlamış gibi yaptığım bir süre zarfı oldu, fakat bunun uzun vadede öznelere yıpratıcı bir etkisi olduğunu farkettiğimden dolayı vazgeçtim. Keşke hiç yazmaya gereksinimim olmasaydı. Keşke hiçbir şey içime cephedeki kir gibi yığılmasaydı. Keşke başka gezegenlere öykünmekten vazgeçseydim. Keşke pişman olacağımı bildiğim defterleri hiç karıştırmasaydım. Eğer bir insanın el yazısını okuyamıyorsanız, bunun bir nedeni vardır. Okumaya çalışmayın. Alt-metinsiz yazmaya çalışıyorum. Yardım çağırmak niyetindeyim. Yardımın nereden geleceğini bilmiyorum. Ters bir mantıkta işliyor süreç, yakınlaşınca küçülüyor, uzaklaşınca büyüyor meseleler. Konuşmadıkça bir ses bir ünlem, bir hece bir kelimeye evriliyor. Cümleler ağırlaşıyor. Söylenmese de yansıyor paragraflar.
Attığınız taşlar, ürküttüğünüz kuşlara değse keşke. Bir orman kadar düşünüyor, ama bir serçe kadar eylemde bulunuyorsunuz. İddialarınız salt lafta. Tepkili olduğunuz şeyleri geri besleyip kendiniz yapıyorsunuz. En samimi olduğunu sandığım sizlerden samimiyetsizliği öğreniyorum. Kırılıyor ışık, çözülüyor işkence. Kalıptan yanlış çıkıyorsunuz, izleriniz var. Üçüncü tekillere yığamadıklarımı çoğullara sıvaştırıyorum, böyle rahatlıyorum.
bilirim ki uyursam burada uyurum, uyanıksam her yerde uyanığım.
Arkasından topladıklarımı kamburuma dizdim. Hanelerden geçtim, üzerlerine titredim. İthamlarda bulunuldu, oysa bir saniye bile şüpheye düşmemiştim. Alarmım çoktan verilmişti, yas tutarak kundaklıyordum yangın gözetleme kulelerinizi. Masaldaki çocuklar gibi arkamda ekmek kırıntıları, çakıl taşları bırakıyordum, kasten üzerleri örtülüyor, takip edilmiyordu. Sanki bu dünyada herkesin delirmeye hakkı vardı da bir tek benim yoktu.