4.5.14

Bedenlerinizde Yaşayacak Yer Yok.



 (iç ses)
1.metin
Ölümün eflatun karasuları bileklerine dolanırken bedenini inceliyorsun, sen, yarı saydam kutu, aynanın uzamında kendi hayatın yalancı çıkaran! Yaşamak için bir sebep bulamıyorsan, ölümü haklayacak, hak sayacak ne var? İşte bu çelişki susuşuna atfedilmiş kocaman bir yara gibi, iyileşmemecesine önümüzde duruyor, bellek güzel anıları git gide silerken, beden intiharsal olana artık hazır.

Var olmanın hazzını unutmuş eller, 
Şimdi hangi dudakları susturuyor
Hayat denen izlekler bütününün lanetli ışığında
Hepimiz birer doğum sancısı değil miyiz?

Hangi köprüden geçeceksin? Hangi kuşlar sana yol gösterecek? Isıtan tenler ve soğuk nefesler şimdi çok uzak. Tirşe rengi sulara gömülüyorsun, git gide daha derine, insan olduğunu unuturcasına, hepimizin bir zamanlar insan olduğunu unuturcasına, ve şimdi senin boğuluşun ölme cesaretinin donuk bir pırıltısıyken intiharsal olana dört elle sarılıyorsun, altın madeni bulmuşçasına hohlayıp parlatıyorsun onu, kesif sular içiriyor ölüm sana kadehinden, kendi tuzaklı sonundan esrik bir halde tekrarlayıp duruyorsun ‘bedenlerinizde yaşayacak yer yok’

Ninnilerin en korkuncudur intihar
Ey saf tutku, derimin altındaki ürperten  titreşim
Kendi pusundan avunacak yeni bedenler yarat bana!

Şair başkaları cehennemdir diyor, başkaları ise diğer başkalarını cehennem olarak ilan ediyor. Bu dünyadaki cehennemler ve ‘öteki’ cehennemler arasında gidip gelen sarkaçlarız yalnızca, herkes umutsuzca siyahını ‘öteki’ne sürüyor, günahsız bir ölüş anı için, donuk bir gülümsemeyle tanrılara pozdan putlar yaratılıyor, intiharsal olanın puslu ışığında bir cehennemden diğer bir cehenneme yol almak için imleri ve izleri takas ediyoruz bilerek ya da bilmeden.

Ben ışığına kör olsam ölümün
Ne geçer elime, elinize?
ve en güzel cehennemleri tanrıların
Yeni çelişkiler doğurmak dışında nedir deliliğimize?

Yaşayan insan bedenini hunharca kullanırken, ölen insan bedeninin ayırdına varır. Sonsuz bir koma halinden sıyrılırcasına ilk ve son kez tapınacaktır kendine, yani ki diğerlerinin yanında varolmayı sürdürme çabası en büyük çilehane ise, intiharsal olana dokunmayı göze alan unutuş ırmaklarında yıkanmışçasına arınır, arınacaktır.

2. metin . bedenlerinizde hala yaşayacak yer yok.  iç ses'ler yaşadığımızın kanıtı mı yoksa öldüğümüzün mü?

Yaşarken kendime mi daha büyük bir bedel ödetiyorum yoksa size mi? Kıpırtısız bakışlarım sizleri delip geçiyor, yüzüm çarmıhta kanayan çiviler gibi.  Bu zamansız ve mekansız çocuklara ne yaptınız anlatın bana! Tüm karanlıklar uyumadan önce sarılacak birini arar, ki bu karanlıklar kendi çocukluklarımıza atfedilmiş doğum sancıları gibi. Söylesenize, hepimiz bir zamanlar annelerimizi hasta eden esrik ceninler değil miydik? 

ölümün eflatun ışığına dalmakta kutsal bir yan yok!
çocuklara bedensizliğin ne olduğunu anlatmanın hiç anlamı yok!

Yaşam tüm uzuvlarım tam diye övünür, ölümse bedensizliğin kutsallığında hınzırca güler. Sense bu cenderede her gün biraz daha sıkışırsın, bunun adına yaşamak derler, oysa ki ne yaşam ne ölümdür bu, bedenini sürüklediğin izlek yerlerinin toplamıdır hayat, toprakta tanrının ağladığı yerlerin haritasında bir görünür bir kaybolur. Kendini kendinle yamadığın yerde, etinden kopardığın parçalara dönüp son kez bakacaksın bir gün. Acı'msayabilmek hayatın bir göstergesiyse bile, tüm bu kanlar nereden geliyor? Kendiliğinden olan tek şey çürümedir, bunu sakın unutma.

toz rengi mırıltıların arasından kendi çocukluğunu doğuruyorsun
bedenin hayattan yoksun , bedenin seni reddediyor
kahin yaşamaya devam ettiğinde usulca öldüğünü görüyor
tanrının zar tutmadığını biliyor, neyi zorluyor?

Birinin intiharı bir diğerinin yaşama sevincidir, hepimiz diğerlerinin mutsuzluğuna basarak yükseliriz. en nihayetinde sonsuz bir kamburlaşmayla sona erecek bir uzamadır bu, kim bir diğerinin kanını içerek tanrı olmuş söyleyin? Kim yaşayabiliyor olmanın puslu rüzgarında dimdik durabilmiş, hiçkimsesiz, kendi-siz? Marifet ölümü anlamak değil, çürümenin kudretini kanıksayıp yaşayan bir ölü olma (c)esaretinde. 

ah bu tenler,  adresini şaşırmış lanetler!
bu ağızlar, bendeki hayatı öperek ölümü dondurmuş gibi,
ey siz 'diğerleri' , ne büyük yanılsamasınız!

3.ve 4.metin. görülecek ne kaldı?

Varoluşun tematik hazzından hızla uzaklaşıyorsun, ölebiliyor olmanın derin keşfi seni boğuyor, koyu renklerde bir sarhoşlukla yıkanıyorsun ve susuyorsun, artık tek içgüdün susmak, peki ya bu sesler, bu serzenişler nereden geliyor, senin ve benim içimden değil, burası kesin. bedensizsek şayet, bu ölü diller nasıl konuşuldu? Tereddüt donmuş kalbinde tekler durur. kanayan kuşlar ve hışırdayan yapraklar arasında bırakıp uzaklaştın cismini, değersiz bir paçavra gibi, öldüğün zaman yaşarkenki konuştuğun dilleri unutacağını gözardı ederek. 

ölümün kutsal kitabının ilk cümlesi, 
''önce tek beden vardı.''
ve sonrasında herkesin ilksizliği ve ikizliği
başkaları için ölürken başladı.

Habil ile Kabil aslında siyam ikizleriydiler, insan bölünerek çoğalmaz, lakin nefret bölünerek çoğalır, yaşamsallığın getirdiği fani renkler yalnızca bedenlerimizi boyar, 'diğerleri' diye nitelemek onların düşünmediğini varsaymaktır, sen kişilere dokunamadığın için öldüğünü sanırsın oysa ki bu da sadece bir seraptır. gökyüzü hepimize aynı renkte görünmüyor, ölümlü sevinçler ölümcül sevinçlerdir aynı zamanda. yüzüme bak, yoksa korkuyor musun? Hayat insana sunulmuş bir teklif değildir, yanılıyorsun, hakimler idam cezası verirken mahkumun rızasını almazlar biliyorsun.

sudaki kusur olsaydı intihar
her ölümlü kendi gri gölünde boğulurdu
ne savaşmak için daha fazla bir neden
ne de ateşin bulunuşuna bir gerek
yalnızca dokunup çekilen ince bir korkunun gözleri elimizde.

İnsan sorgular diyorlar. insan okları kendinden başka tarafa çevirmek için soru sorar yalnızca, bunun altında derin manalar aramanın gereği yok. Acımasızlık bir huy değil bir gen şifresidir, herkes herkesin sorularını bilerek cevapsız bırakır, insan çok özlü bir tahribat makinasıdır çünkü. Bedeninin değmediği yerlerde ağırlıyorsun misafirlerini, bunu anlayabiliyorum, ıssızlığının kutsallığına dokundurmak istemediğin gibi bir yüce amaç öne sürüyorsun bana, ama yalnızca intiharsalın ürettiği bahaneler bunlar, bunu ben de biliyorum, sen de biliyorsun, habil ile kabil de biliyor. 

susarak bir yudum daha aldık ölümden
tavanarasında mahsur kalmış yaralı hayvanlar
yaralanmanın basit bir ölüm taklidi olduğunu anlattılar bize
günahkar bir küfür gibi dolduk 
ve taştık serin bir sonbahar yalancısı yüzümüz

İnsan şey'leri tüketerek kullanır. İntiharsalı öldürme planları yapıyoruz, birçok kez ölmek gerek yani. Bu tehlikeli yolda kuşların kanatları kırılacak elbet, ormanlar yanacak, kaç gün kaç gece yağmurlar yağacak, etrafında gördüğün her şey senin ömrünün bitişini simgeleyen nirengi noktaları artık. İyinin kötüye yazdığı mektupları taşıyan ulaklarız, zıtlıklarla beslenen leş kargalarıyız, annelerimizin güzel kanserli çocuklarıyız. Ölüm bize biz doğurulurken fısıldanmış ismimizden önce. 'Kendi' olamayışın laneti biz cismimizi tanımadan bize tanıtılmış. 

hem bir çok tükenişin
hem de tükenenin son duasıyız
bize inananlar artık yok, olmayışın dibinde hepsi

Herkesin hayattan vazgeçerek birey olduğu yeni bir toplumsal rejim düşünün, ne nesnelere ne de kavramlara gerek olurdu. İşte böyle, yaşam teklifiniz bireyle devlet arasında her gün yeniden yazılan bir anayasa gibi, iki taraf da ne olduğunu anlamadan her gün yenisi yazılıyor keza anlayışın artık bir önemi yok, idrak hakkımızı son nefeslere saklıyoruz, herkes o anda anlasın diye, yaşam neymiş, ölüm neymiş, intihar toy bedenlerde kaça patlarmış, ve yine hep sessizlik,  düğümlerle ifade edemeyecek paradokslar atlasında tüm bunlar bir dalganın kıyıyı yalaması süresince olup bitti. 

2011