1.
ben hep bir nar dilerim üzgün olduğumda, derler ki eskiden yeni bir eve taşınınca avlusunda bir nar kırarlarmış bereket için, ben hep bir nar dilerim içine girip saklanmak için, beni evlerin serinliğinde bir taşlıkta kırmışlar parçalarım dağılmış her bir yana, çocuklar neşeyle koşmuş toplamışlar beni, anneler gülüşmüş çay içmişler avluda, serin minderlerin altına kaçmış saklanmışım ben, serinliğe inanmışım sanki güneş girmeyen eğri büğrü odalara, tenekede yetişen güçlü çiçeklere, senin ayaklarını soktuğun buz gibi sulara, sanki bütün evlerden uzakta değil miydim hep, ondan ben bir nar dilerim üzgün olduğumda, bir nar olsam o zaman belki her eve girerdim, her yer benim evim olurdu ve tanelerimi saklardım gölgeli odalara.
2.
ve unutmayarak her şeyin bir bunaltıdan ibaret olduğunu, bu taş kırılsa hep bu kehanet, bu kehribar soluklu insanlar üşüşmeseler benim başıma, ben hep böyle incecik kalsam biraz kambur, üşüsem bir şehrin bir kayıp gecesinde, çay içsem, kör bir baykuş olsam örtsem yüzümü geceye kavuşsam, otursam bir servinin dibine, dolma kalemle incecik ve kambur mektuplar yazsam, olmasa bana hiçbir şey ve olsa bana her şey, titreşse göz kapaklarım, hep bir adı sayıklasam hep uzaktaki birine özlem duysam, özlemenin bir fiil olmadığını bilsem, görsem ve artırsam bütün cümleleri, yürüyecek serin bir orman bulsam kendi kimsesizliğimde.
3.
sanki içimde kökleri çok derine uzanan bir ağaç var, fakat ağaç benim içimde büyümemiş, öyle olsa köklerini kendi bedenimden bilir yadırgamazdım, oysa bu kökler batıyor bana, nefesimi kesiyor, kendi bedenimi yabancılıyorum, bu ağaç ne zaman büyüdü benim içimde, hangi tohumdu farkettirmeden içime girip yerleşen, zaman daralıyor mu, okunacak dinlenecek görülecek şeyler, yaşanacak aşklar, dokunmadan yok olan tenler kara bir sigaradan damıtılmış katran gibi içime damlıyor ve bunaltıyor beni, sanki ne çok yıl geçmiş ben o ilk cümleyi yazalı, ben gene bir istasyonda hangi trene bineceğimi bilemeden beklemiş durmuşum, içimdeki her şeyi yitirerek, ama unutmayarak, unutmakla yitirmek hiçbir zaman aynı şey olmadı diye yineliyorum, ben orada bir gün oturacak olsam da o istasyonda, ne yapacağımı bilmeden, geç kalmış, öfkeli, yitirmiş olsam da her şeyi, bütün virgülleri hatırlayacağıma dair bahse giriyorum kendimle.
4.
kibriti çakıyorum, bütün odayı aydınlatıyor alev, eski evler düşlüyorum sahipleri tarafından terkedilmiş, ud çalan yalnız adamlar düşlüyorum, mum ışığında saçlarını tarayan dul kadınlar, tıpkı evleri gibi gıcırdayan insanlar düşlüyorum, edemeyeceğim dualar düşlüyorum, yabancı bir ülkedeki mezar taşlarını düşlüyorum, tozlanan eşyalar, açılmayan vasiyetler düşlüyorum, ciltlenmiş kitapların ağırlığını, sayfaların sararmışlığını duyumsuyorum, körler gibi geziyorum düşlediklerime salt dokunarak, çünkü sadece dokunabiliriz hayata diye düşünebiliyorum, gördüklerimiz ve duyduklarımız aldatır bizi, kokular git gide başka kokuların yerini alır, tatlar çürür ve başkalaşır, oysa işte oradaydı dokunmuştum ona dersin, zamanın içinde bir gerçekliğe mimlersin onu, kırılmaz cam bir fanusa hapsedersin oracıkta, parmaklarından gümüş gibi soğuk, paslanmaz bir şey uzatırsın, antika koltukları örter gibi örtersin bütün güzellikleri parmaklarınla, sanki bir ağ örersin, örümcek ağları gibi sana özgü, kırılgan bir dokunulmazlıkla, yıllar geçse bile işte oradaydı dersin, en azından zamanın birinde salt kendi gerçekliğimle mimlemiştim onu.