19.6.11

benim gördüklerime sen de dokun diye.



sevgili okuyucu, gel sen bana inan.

havaalanlarının loşluğuna inan, viktor levi'nin ekşimsi şarabıyla alaturka akşamlarına inan, kadıköy'ün bütün kedilerinin güzel ve bütün oğlanlarının yakışıklı olduğuna inan, balıkçıların tezgah kapatırkenki burukluğuna inan, masa üstünden el ele tutuşup aşk fısıltıları yaratmanın sıkıcılığına inan, gece yarısı bahariye caddesinde yemek arayan martıların ıssızlığına inan, denizin kenarında aradığın bir şey varsa onun huzuruna inan, koşuyolu'nun tek katlı evlerine ve dudullu'nun gecekondularına inan, dünyanın bütün sokak köpeklerine inan, gebze'nin boğuculuğuna ve fabrikaların yabaniliğine inan, eskihisar asfaltında saçlarını tarayan adamın deliliğine inan, hele hele feribotlara beş defa inan, yalovanın küçücüklüğüne inan, ne kadar az il gördüğüne inan, terminalde feryadı basan sakat teyzelerin uğursuzluğuna inan, yol kenarında acur satan delikanlıların esmerliğine inan, içebildiğin suya inan, nereye ve neden gittiğini öğrenenlerin sana deli demesine inan,

her yanını ev basmamış ormanlara ve gözünü insan bürümemiş yollara inan


inan bir sevgilinin aynı bu yoldan geçtiği ihtimaline, inan balıkesir'e ve birsen tezer'e, inan hayalbozanlara, yobazlara, statükoculara, karşıdevrimcilere, ütopyacılara, inan biçimsiz sokak lambalarına, inan bu ülkenin insanlarının mutsuzluğuna, inan köylere, esvablara, yaşmaklara, inan besmelesiz binilmeyen otobüslere, inan kaoslara gebe terminallere, inan ece ayhan'ın parçalı bulutlu şehrine,

onca yolun ardından durup düşünecek vakit bulduğunda özlediklerine
işte onlara inanmalısın en çok, bir de bakıp bakıp ellerine.

8.6.11

hangi yangında kül oldun bana sormadan?

Şiddetle hatırlıyorum o günü. O kadar parlaktı ki gerçek olamazdı.



Bana yazıp asla göstermediğin o uzun mektup. Sana dikiş bilmeyen ellerimle diktiğim bez bebek. Dinlerken hep kalbimin bir başka çarptığı Hallelujah. Ve sonsuza kadar sürecek gibi fonda, Leonard Cohen. Kusurlarımla yakışıklıyım diyebilecek kadar küstah – senin bu kadar sen olmana susuyorum. SÖZCÜKLERİME SAKLAN.

- Kırıldın mı bu söylediklerime?
- Kırılmadım, senin baktığın camın ardından kırgın görünüyorum sadece..

Yeni doğanların ve yeni ölenlerin tuzlanmadığı bir yerden geliyorum. Kalbinde küllük niyetine bir kadeh içinde bir parmak şarabın olsun. Ve benim içimde bir parmak aşk. Ve ikimizin ortasında öylece duran bir tabak küflü kimsesizlik. Floresan bir odada ölmeyi bekleyen iki böcek gibiyiz. Sen düşünecek misin durmadan, aramızda yüzlerce kilometre varken beni nasıl sevdiğini, aramızda bir metre bile yokken nasıl, ötekilerini .. bizim olan hep bir başkalarına kalacak, sevişemediğimiz o gecenin tamiri mümkün olmayacak.

- Yani diyorum ki tüm bu tantana, tüm bu yarıçıplaklığın acısı, bu piç olmuş paramparça rüyalar.. söylesene, hangi küfrün baş harflerine saklanmışlar?
- Altından geçtiğim umutsuz merdiven. sus pus. hangi kıpırtısız denizden gülümsüyorsun bana?


Sıcak bir yaz vedası. Titreyen ellerimizde tüten çay. Kalpleri bize göre atmayan yabancılar; hırkalarımıza sinmiş gereksiz bir yağmur sesi gibiler. Üstümde senin kokunda uyandığım otobüs. Yanımdaki kızıl saçlı küçük kız. Kucağımda bir dergi ve adınla başlayan bir kitap.

Kendi bahçemden toplayamadığım. Daldaki inatçı vişne.
Dokundukça ellerimi boyayan. Düşündükçe aklımı kanayan.