Şiddetle hatırlıyorum o günü. O kadar parlaktı ki gerçek olamazdı.
Bana yazıp asla göstermediğin o uzun mektup. Sana dikiş bilmeyen ellerimle diktiğim bez bebek. Dinlerken hep kalbimin bir başka çarptığı Hallelujah. Ve sonsuza kadar sürecek gibi fonda, Leonard Cohen. Kusurlarımla yakışıklıyım diyebilecek kadar küstah – senin bu kadar sen olmana susuyorum. SÖZCÜKLERİME SAKLAN.
- Kırıldın mı bu söylediklerime?
- Kırılmadım, senin baktığın camın ardından kırgın görünüyorum sadece..
Yeni doğanların ve yeni ölenlerin tuzlanmadığı bir yerden geliyorum. Kalbinde küllük niyetine bir kadeh içinde bir parmak şarabın olsun. Ve benim içimde bir parmak aşk. Ve ikimizin ortasında öylece duran bir tabak küflü kimsesizlik. Floresan bir odada ölmeyi bekleyen iki böcek gibiyiz. Sen düşünecek misin durmadan, aramızda yüzlerce kilometre varken beni nasıl sevdiğini, aramızda bir metre bile yokken nasıl, ötekilerini .. bizim olan hep bir başkalarına kalacak, sevişemediğimiz o gecenin tamiri mümkün olmayacak.
- Yani diyorum ki tüm bu tantana, tüm bu yarıçıplaklığın acısı, bu piç olmuş paramparça rüyalar.. söylesene, hangi küfrün baş harflerine saklanmışlar?
- Altından geçtiğim umutsuz merdiven. sus pus. hangi kıpırtısız denizden gülümsüyorsun bana?
Sıcak bir yaz vedası. Titreyen ellerimizde tüten çay. Kalpleri bize göre atmayan yabancılar; hırkalarımıza sinmiş gereksiz bir yağmur sesi gibiler. Üstümde senin kokunda uyandığım otobüs. Yanımdaki kızıl saçlı küçük kız. Kucağımda bir dergi ve adınla başlayan bir kitap.
Kendi bahçemden toplayamadığım. Daldaki inatçı vişne.
Dokundukça ellerimi boyayan. Düşündükçe aklımı kanayan.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder